Tefekkür

Fikir burada hür!

Cumartesi, Aralık 17, 2005

Prof. Dr. Mikail Bayram'ın başlattığı Mevlana tartışması üzerine


Mevlana Moğolların ajanı mıydı? - Avni Özgürel
Hoşgörünün Mikail Bayram'la imtihanı - Yasin Aktay
Mevlana’yı eleştirmek - Ali Bulaç


Avni Özgürel(Radikal Gazetesi-4 Aralık 2005)

Mevlana Moğolların ajanı mıydı?


Hz. Mevlana'nın adı katliamlarla anılan Moğollara para karşılığı ajanlık yaptığı, bu nedenle düşmanlık beslediği Nasreddin Hoca'yı ve hatta istilacılara karşı direnen öz oğlunu öldürttüğü dedikodusu son günlerde yeni baştan gündeme getiriliyor.

Mevlana Celadeddin-i Rumi Moğol ajanıydı! Bu iddia yeni değil. Yıllardır akademik çevrede yazılır çizilir. Özellikle de her sene bu hengame 'Şeb-i Aruz'a denk getirilir. Keza en başta, 'Gel yine gel... Ne olursan gel...' mısrasıyla herkesin hafızasına kazınan dizeler olmak üzere pek çok şiirin aslında Hz. Mevlana'ya ait olmadığı da dahil edilebilir bu furyaya...

Son tartışmayı başlatan kişi Selçuk Üniversitesi'nin tarih hocalarından Prof. Mikail Bayram. Öteden beri bu yöndeki değerlendirmelerin bayraktarlığını yapmasıyla tanıdığımız Bayram, 'Sosyal ve Siyasal Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi' adlı kitabında, "Mevlana'nın Moğollar tarafından bu hizmetine karşılık maaşa bağlandığını, istilacılardan yana tavır aldığını, buna karşı çıkan herkese ve özellikle de Ahi şeyhlerine hakaretler edip Moğollara direnen kuvvetler safında bulunan Nasreddin Hoca'yı ve daha ötesi öz oğlu Alaaddin Çelebi'yi öldürttüğü" iddiasına yer verdi.

Baycu yılı

Prof. Mikail Bayram'ın Mevlana'nın felsefesine ve oluşmasını istediği İslam anlayışına muhalif olduğunu biliyoruz.

Daha önce katıldığı bir televizyon programında Mevlana'yı, "Emperyalizme yatkın insan yetiştirmekle görevli İran tasavvuf anlayışının temsilcisi olduğunu, günümüzde de bu özelliği dolayısıyla Batı tarafından el üstünde tutulduğunu söylemiş, onun fikirlerinin nihai olarak Anadolu'nun sömürgeleştirilmesinden başka bir amaca hizmet etmeyeceğini, dolayısıyla da zararlı olduğunu" iddia etmişti. Hatta Hz. Mevlana'nın gerçekte Hıristiyan düşüncesinden kaynaklanan günümüzde Nasturilerin de benimsediği 'Hulul' inancına yani Allah'ın insana hulul edebileceği inancına, sahip olanların kümelendiği 'Hululiye Mezhebi'ne mensup olduğunu, Şems-i Tebrizi'nin de Kalenderi tarikatına bağlı bir şeyh olduğunu söylemişti. Delil olarak da Mevlana'nın Türkmen (Alevi) şeyhleri aleyhine mesela Hacı Bektaş-ı Veli aleyhine beyanlarına, İbni Bibi başta olmak üzere dönemin yazarlarından nakilleri sunuyor.

Göz ardı edilen tablo

Gelelim işin gerçeğine ve Bayram'ın bence bilerek göz ardı ettiği tarih tablosuna. Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Nasreddin Hoca çağdaştır. Bu dönem Anadolu'da Selçuklu hâkimiyeti vardır. Ve sultan olarak tahtta Gıyaseddin Keyhüsrev oturmaktadır. Ancak Keyhüsrev tahta Anadolu birliğini sağlayan ve Selçuklu kudretini hâkim kılan babası Aleaddin Keykubat'ı zehirletip öldürterek çıkmış bir hükümdardır. Ve onun saltanat yıllarında adına ister bela deyin ister siyasi çözülme, Anadolu kan gölüne döndü. Ünlü Babai İsyanı'ndan söz ediyorum... Prof. Bayram'ın eleştirdiği için yüklendiği Mevlana, Konya'da devletin sarsılmaması için Keyhüsrev'i adam gibi hükümdarlık etmesi için uyarırken kimi Ahi şeyhleri ve 'Baba'lar Selçuklu'ya karşı Baba Resul'ün liderliğinde Anadolu tarihinin en büyük isyanını başlatmış, Selçuklu ordusuna karşı son çarpışmaya kadar peş peşe zafer kazanmışlardı.

Bu dönemde isyana karışmama basiretini gösteren Hacı Bektaş-ı Veli'nin aklı ve birliği temsil etmesinden dolayı herkesin etrafında kenetlendiği Mevlana'ya mektup yazdığı ve müridi Şeyh İshak'la gönderdiği bilinir. O mektupta, "Bütün büyükler ve küçükler yanında toplanıyor; ne yapıyorsun ve ne istiyorsun" diye soran Hacı Bektaş-ı Veli'ye Mevlana şu cevabı veriyor: "Eğer hakikati buldunsa güzel, sus!.. Bulmadınsa neden dünyayı gürültüye veriyorsunuz?"

Aynı dönem Mevlana'nın müridi Nureddin Caca, gördüğü, tanıdığı Hacı Bektaş-ı Veli'yi Mevlana'ya anlatırken onun namaz kılmadığını, bir gün kendisinin namaz kılması gerektiğinde abdest alması için su getirdiğini söyledikten sonra, "Hacı Bektaş maşrapayı alıp elime verdi ve dök dedi. Ben dökerken temiz suyun kan haline geldiğini gördüm ve hayret ettim" der. Hacı Bektaş'ın yaptığı gözbağcılıktır aslında ve Baba Resul mensuplarının sihirbazlık hüneri edindikleri de bilinir. Mevlana'nın bunun üzerine söylediği şudur: "Keşki kanı su yapsaydı. Temiz suyu kanla kirletmek hüner değil..."

Kösedağ Savaşı

En önemlisi bu isyan Anadolu sınırlarına dayanmış ama Selçuklu'nun güç-kudret sahibi olduğunu düşünerek saldırmayan Moğolları harekete geçirdi. "Derviş sürüsü Selçuklu ordusunu yenebiliyorsa korkacak bir şey kalmamış" dediler ve ilk ağızda Erzurum düştü. Onu Kayseri, Sivas takip etti. Selçuklu padişahı Keyhüsrev neden sonra içki ve kadın âleminden başını kaldırıp ordu toplamayı akıl etti.

1243 yılının 3 Temmuz günü Kösedağ'da deneyimli kumandan ve devlet adamlarının uyarılarını bir yana bırakıp o zamana kadar savaş yüzü görmemiş eğlence arkadaşlarının aklıyla Moğol ordusuna karşı çıktı. Ve sonuçta 80 bin kişilik Selçuklu ordusu 30 bin kişilik Moğol ordusuna yenildi. Hem de ne yenilme. Keyhüsrev otağını, 300 deve yükü altından oluşan hazinesini, haremini, 3000 hayvanı ve her yere yanında taşıdığı arslan, pars, leopardan oluşan seyyar yırtıcı hayvan koleksiyonunu savaş meydanında bırakarak kaçtı... Bizans kaynakları savaş günü Keyhüsrev'in sarhoş olduğunu kaydederler. Bu aklı bir karış havada Selçuklu hükümdarı için kadın düşkünü deyişim boşuna değil. Bizans'ı işgal etmiş olan Latinlerden bir prensesle evlenebilmek için İstanbul'daki baş kumandan Baudouin aracılığıyla Fransa'ya gönderdiği 5 Ağustos 1243 tarihli mektupta (Kösedağ Savaşı'ndan sadece bir ay önce) bakın neler diyor: "İttifak yapabilmemizin şartı Latin İmparatoru'nun kardeşi prenses Elizabet'in kızıyla evlenmemdir. Prenses, Konya'da kendi dininde tam bir hürriyete sahip olacak, sarayda kendisine bir ibadethane tahsis edilecektir. Zaten benim annem de (Mahperi Hatun) Hıristiyan olup babamın sağlığında sarayda din ve ibadet serbestisine sahip olarak yaşadı. Ayrıca bu evlilik gerçekleştiği takdirde Selçuklu topraklarında yaşamakta olan Hıristiyanların Roma kilisesine bağlanmasını sağlayacağım..." Keyhüsrev gerçekleşmeyen bu evlilikten önce altı kadınla evlenmiş, ev çok sevdiğini söylediği Gürcü asıllı eşiyle evlenebilmek için, "Paralara kendi resmimle birlikte onun da resmini bastıracağım" taahhüdünde bulunmuştu. Bu sözünü yerine getirdi de...

Kösedağ yenilgisinden sonra 1243 senesi dönemin tarihçilerinin ağzında Moğol Kumandanı Baycu'nun adıyla anıldı. Yani o seneye 'Baycu Yılı' denildi. Selçuklu Devleti Moğollarca vergiye bağlandı. Ama hepsinden önemlisi bütün bu olup bitenden ders çıkarmayan Selçuklu'da iç savaş başladı. Keyhüsrev'in ölümünden sonra en büyüğü 11 yaşında olan üç oğlu ve onların etrafında ayrı ayrı partiler oluşturan bürokratların mücadelesi kapladı ortalığı. Bir ara üç kardeş anlaştırılıp aynı anda tahta oturtuldu, sikkelere üçünün resmi basıldı. Nihayetinde Moğollar yeniden harekete geçip bütün Anadolu'da hâkimiyetlerini sağladılar.

Mevlana ne yaptı?

Bu kargaşa ve işgal döneminin sonunda Mevlana'nın Moğollardan yana tavır aldığı doğru. Şayet Mikail Bayram, 'Mevlana Moğollar'dan yana tavır aldı ve buna karşı çıkanları da eleştirdi' dese haklı olabilirdi. Mevlana'nın bu tutumunun temel sebebi kaba Moğol gücünün Anadolu'nun manevi ortamında eriyeceği; aksine girişimlerin yeni katliamlar ve Anadolu birliğinin bir daha sağlanmamak üzere bozulacağı inancıdır. Nitekim haklı çıktı. Moğollar gürültüyle gelmiş olsalar da Anadolu'da eridiler ve tarihe 'Moğol çekilmesi' diye bir not düşülmedi. Ahi şeyhleri yanlışı mı savunmuşlardı derseniz elbette değil. Bağımsızlık ve İslam inancına bağlılıkları Ahi'leri Moğollara karşı direnmeye sevk etti. Ama sonuçta Moğolların yer yer zulme varan baskıyla sağladığı düzende, zahiren de olsa muhafaza ettikleri Selçuklu'dan Osmanlı Devleti doğdu. Üzerinden sekiz asra yakın süre geçtikten sonra bugünün penceresinden Anadolu'ya bakıp, bugünün terminolojisi kullanarak: "Mevlana Moğol ajanıydı" hükmüne varmak için herhalde insaf ve iz'an sınırlarını hayli zorlamak gerek. Hz. Mevlana'nın felsefesine gelince bu ayrı bir yazı konusu. Ama şu kadarını söyleyeyim ki Mevlana yakıştırmaların aksine Kur'an ve ehli sünnet yolunda bir insandı. Ve kendisine yöneltilen eleştiriler bütün tasavvuf erbabına yöneltilen türdendir.

Yasin Aktay(Yeni Şafak Gazetesi-5 Aralık 2005)

Hoşgörünün Mikail Bayram'la imtihanı


Selçuk Üniversitesi Tarih bölümünde bir öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mikail Bayram Selçuklu araştırmaları konusunda Türkiye’de üstüne yok denilecek türden biri. Mükemmel Farsçası, Arapçası ve Osmanlıcasıyla Orta Çağ tarihçiliğinin gerektirdiği donanıma fazlasıyla sahip. Şu âna kadar ortaya koyduğu çalışmalarda bu birikimini başarıyla sergilemiş. 13. yüzyıl Konya’sında ikamet etmekte olan 2500 hanenin bütün yerleşim planlarını, içinde yaşayan insanların künyeleriyle birlikte biliyor. Prof. Bayram, Konya’daki Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin belki de tek müdavimi. Oradaki binlerce tarihi yazma eseri didik didik etmiş, bir çoğunu defalarca okumuş, üzerinde çalışmalar yapmış. Yaş haddinden emekliliğine bir yıldan az bir süre kalmış olan hocanın mesleki kalite ve performansına hiç kimsenin bir şey diyebileceği yok. Sanat yönü de güçlü hoca, aruz vezninde şiirlerinden oluşan bir divana da sahip.

Prof. Bayram’ın bir başka özelliği, Konya’nın ve Türkiye’nin önemli bir değeri olan Mevlana hakkında onun Ahilerle olan çatışmalarına dair bilinenlerden epeyce farklı görüşlere sahip olması. Sahip olduğu çok rafine imaj dolayısıyla Mevlana isminin birileriyle çatışıyor olabileceği fikrinin kendisi zaten insanlara pek hoş gelmiyor. Ama Prof. Bayram, onun hayatının en önemli safhasını Ahilerle olan çatışmasının oluşturduğunu ve bu çatışma dolayısıyla Moğollarla Selçuklular arasındaki güç dengesinde Mevlana’nın Moğol tarafında yer aldığını ileri sürüyor. Bu tespiti bir anda popüler medyanın diline onun Moğolların bir “ajanı” olduğu şeklinde çevriliyor. Bayram Hoca da anlaşılan buna pek itiraz etmiyor. Bunun üzerine hakkında “vurun Mevlana düşmanına” başlığı altında neredeyse lince dönüşen bir kampanya başlıyor.

***

Hoca’nın bu görüşleri aslında yıllardır biliniyor. Bundan dolayı hocaya karşı adı konulmamış tecrit uygulaması epeydir işliyor zaten. Son tartışmaları körükleyen ve ulusal medyaya da taşıyan Prof. Bayram’ın Mevlana ile Nasreddin Hoca arasında kurduğu ilişkinin anlatıldığı kitabını yayımlamış olması. Kitabın bir tezi Mevlana’nın hayatı boyunca çatıştığı Ahi Evran kişiliğinin Nasreddin Hoca olarak bilinen zatla aynı olduğunu iddia etmesi; yani toplumun birbirinden kıymetli iki değerini çatışma içindeymiş gibi sunması.

Bayram Hoca iddialarını ne ölçüde ispatlayabiliyor, bilemiyoruz. Aslında bu çok önemli değil. Ama Mevlana ve Moğollar arasındaki bulgularından çıkardıklarına şahsen katılamıyorum. Aynı bulgular bir tarih sosyolojisi perspektifiyle başka türlü yorumlanabilir. Mesela, o dönemde zaten iyice yozlaşmış bir durumda bulunan Selçuklulara karşı siyaseten Moğolları tutmuş olmakta nasıl bir kötülük olabileceği sorulabilir.

İkincisi, Mesnevi’nin veya Mevlana’nın diğer eserlerinin klasiklik niteliği aslında zaten onların bir çatışmanın, bir mücadelenin içinden çıkmış olmasından kaynaklanıyor. Yani bir esere zenginlik ve derinlik katan şey o eserin hayatın çatışma ve çelişkilerini yüksek bir estetik vasıfla yansıtabiliyor olmasıdır. Mesnevi bir fildişi kulede yazılmamıştır. Eğer böyle yazılmış olsaydı içinde onu bugün okumaya değer hiçbir şey bulunmazdı, tıpkı klasik sayılan bütün büyük eserler gibi. Ama Mesnevi’ye atfedilen imaj (anlam diyemeyiz) onun bu dünyadan kopuk, maneviyat alemine ait bir kitap olarak hayal eder. Oysa eserin klasikliği onun gündelik hayatla bu hayatın evrensel boyutlarını diyalojik ilkede tesis edebilmesinden gelir. Bu çatışmaların detaylarını bilmeye, olgunlukla karşılamaya hazır değilsek, imajlarımızla yaşamaya devam ederiz.

***

Prof. Bayram’ın fikirleri kabul edilebilir veya edilmeyebilir, ama bizzat kendi meslektaşları tarafından bir anda hedef tahtası yapılması, işin ehli olmayanların kendisine karşı kışkırtılması asla kabul edilemez. Onun yanlış olduğunu kimin söylediği de çok önemlidir. Hoşgörünün filozofu adına bu tür bir hoşgörüsüzlük hoşgörü söyleminin en büyük handikapı olsa gerek. Hoşgörünün Mikail Bayram’la imtihanı aslında Mevlana’nın da ne kadar anlaşıldığının bir imtihanı olacaktır.

Ali Bulaç(Zaman Gazetesi-17 Aralık 2005)

Mevlana’yı eleştirmek


Düşünce ve ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirme teşebbüsü sadece devletlerden gelmiyor. Sivil alanda da ciddi kısıtlamalar söz konusudur.

Tabii ki devleti eleştirmemiz ve özgürlük alanlarımızı genişletmeye çalışmamız hakkımız, ama işin temeline doğru kazı yaptığımızda toplumsal hayatta, sayısız sivil alanında da insanların, kendi ölçeğinde otoriter devlet gibi hareket ettiklerini görürüz.

Devletlerin ceza kanunları var; sivil alanda yetki sahiplerinin de kendilerine özgü yöntemleri, sansürleri var. Belki de devlet, bizim özel ve sivil hayatımızdaki temel tutumlarımızın piramidin üstüne doğru yöneliminin bir sonucu olarak kendini merkeze almakta, herkese hukuku aşan sınırlar tayin edebilmekte ve bazen haksız yere cezalandırmalara gidebilmektedir. Yönetimler, yönetilenlerin aynası ve ürünüdürler.

Son zamanlarda basına da yansıyan ilginç bir inceleme yukarıda anlattıklarımıza iyi bir örnek teşkil etmektedir. Selçuk Üniversitesi, “Mevlana Celaleddin Rumi’yle ilgili düşünce ve iddialarından dolayı Prof. Dr. Mikail Bayram’ın çalışmaları hakkında bir inceleme başlatmış” (Zaman, 30 Kasım 2005). Mikail Bayram, belgelere dayandırdığı çalışmalarında Mevlana’yla ilgili önemli iddialarda bulunuyor: Rumi’nin zamanın Moğollarıyla iyi ilişkiler içinde olması, Nasreddin Hoca’yı öldürttüğü gibi iddialar. Bu iddialar önemlidir, mukabil araştırma ve çalışmalar bu iddiaları ya çürütür ya destekler. Ama başka bir şey de yapılamaz. Meselenin içyüzü her ne ise, bir üniversitenin 700 küsur sene önceki bir olayın kritiğiyle ilgili heyet kurdurup inceletme başlatması sivil alandaki totalitarizmin ne kadar derinlere kök saldığını gösteriyor. İddiaları ne olursa olsun Mikail Bayram’a karşı “Bu konuları ne diye araştırıyorsun?” diye bir kampanya başlatmak kabul edilemez.

Demek ki, bu zatların elinden gelse Mevlana ile ilgili de yasakçı bir kanuni düzenleme yapacaklardır. Celaleddin Rumi önemli bir zattır, tasavvufun, İslam irfan mirasının önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Bunda hiç kuşku yok. Ama yine de hayatında ve düşüncelerinde eleştiriye açık noktalar yok mu? Peygamber gibi masum olmadığına göre onun da isabet ettiği ve yanıldığı hususlar vardır. Mevlana beşerüstü bir varlık, insani her tür olumsuz duygudan yoksun değildi, sadece hoşgörü ve sevgiyle de yaşamıyordu. Yasin Aktay’ın işaret ettiği üzere (Yeni Şafak, 5 Aralık 2005) Mesnevi’de müstehcen beyitler, aslında Rumi’nin muhaliflerine karşı yaptığı bir tür eleştiri tarzıdır. İnsan için en yüksek erdem Hakikat sevgisidir. Bu yüzden önyargılarımızdan mümkün mertebe arınmaya çalışarak Hakikatin peşinde olmamız lazım. Bu çerçevede Mevlana ile ilgili üretilen birtakım “efsaneler”i masaya yatırmanın zamanı geçiyor. Mesela bunlardan bir tanesi “Gel, yine gel, her ne olursan gel!” diye başlayan meşhur şiirdir. Bu Mevlana’ya ait değildir, İslam inancı açısından sorunludur. İranlı Ebu Said Ebu’l-Hayr’a (öl. H. 440) ait bu şiiri ısrarla Mevlana’ya aitmiş gibi gösterip etrafında hümanizm, sulu dindarlık, ciddiyetsiz mensubiyet geliştirmenin ve Mevlana’yı böyle boş bir söylemin merkezine oturtmanın anlamı nedir?

Tekrar edeyim, Mevlana büyük bir zattır, ama İslam ondan ibaret değildir. İrfan, ilim, sanat ve tefekkür tarihimizin yüzlerce Mevlana’sı vardır. Hem İslam sadece Mesnevi okunarak da anlaşılamaz, o bir veçhesini anlatmaya çalışır. Tarih boyunca ve bugün binlerce alim, fakih, muhaddis, müfessir, kelamcı, sufi ve mütefekkir İslam’ın gür, berrak ve bereketli nehrini beslemiş, elan beslemeye devam etmektedir. Hepsinden önemlisi kaynağın başında Allah’ın Elçisi (sas) vardır. “Ben Kur’an’ın kölesiyim, Muhammet Mustafa’nın ayak tozuyum” diyen de Mevlana’dır.

Salı, Eylül 06, 2005

Katrina Kasırgası ABD'yi derinden vurdu

Birkaç gün önce New Orleans'ı mahvetti. İsmi Katrina...

2004 yılının son günlerinde tsunaminin vurduğu Güneydoğu Asya'da olduğu gibi yine masumlar perişan oldu. Büyük bir dram yaşanıyor New Orleans'da. Yaşanan dramı göz ardı edemeyiz. Fakat bu felaketin kendini dünyanın tek süpergücü olarak tanımlayan ve George W. Bush dönemi ile birlikte diğer devletlere karşı küstahca bir tavır içine giren ABD'ye verdiği mesajları da belirtmeliyiz.

Felaket bölgesindeki durum bize gelişmemiş ülkelerde büyük afetler sonrasında yaşanan tabloyu hatırlatıyor. Basından öğrendiğimiz kadarıyla ABD felaket bölgesi için hâlâ asayiş berkemal diyemiyor. Bu acziyet inşallah ABD'ye kadr-i mutlak olmadığını hatırlatır da ABD daha adil bir yönetime kavuşur. Akl-ı selim bir ABD'ye bütün dünyanın ihtiyacı var.

"New Orleans'ta yaşayanların büyük çoğunluğu siyahi olduğu için ABD felaket bölgesine yeterli ilgiyi göstermiyor" deniyor. Yetkililer bu iddiayı reddediyor. Fakat ABD'nin ırkçılık ile sabıkalı bir devlet olması ve yakın zamanlarda beyaz polislerin siyahlara karşı tavırlarını TV kanallarında görmemiz de iddiayı sanki kuvvetlendiriyor. Umarım ABD bu iddiayı hakkıyla çürütür. Çünkü insanlık ırkçılığın her türünden çok yaralar aldı.

Son cümlemizde insanlık kazansın. Allah(c.c.)'tan kalanlara sabır, ölenlere rahmet diliyorum.

Salı, Ağustos 23, 2005

İki güzel yazı

Okunmalarında fayda görüyorum.

Ali Bulaç (Zaman Gazetesi - 23.08.2005)
Kur’an’a ve kutsala hakaret

Ahmed Şahin (Zaman Gazetesi - 23.08.2005)
Maneviyat büyüğü gıybetçiyi nasıl uyardı?

Salı, Ağustos 16, 2005

İsrail, Gazze Şeridi'nden çekiliyor

İsrail, 38 yıldır işgal altında tuttuğu Gazze Şeridi'ndeki yerleşimcileri tahliye ediyor. Basın bu konuda çeşitli haberler veriyor fakat coğrafi açıdan yeterince bilgi verilmiyor. Ben bu yazımda tahliye edilmeye başlanan yerleşim birimlerinin nerede olduklarını haritalar ile göstereceğim. İsrail'in işgali altındaki Filistin esas itibariyle iki bölgeden oluşmaktadır: Gazze Şeridi(Gaza Strip) ve Batı Şeria(West Bank).Gazze Şeridi'nde 21 yerleşim birimi(bildiğim kadarıyla tamamı) tahliye ediliyor. Aşağıdaki iki haritada bu yerleşim birimlerini görebilirsiniz.Yazının başlığı sadece Gazze Şeridi'nden bahsediyor fakat Batı Şeria'da da 4 küçük yerleşim birimi tahliye ediliyor. Batı Şeria'da 120'den fazla yerleşim birimi var. Tahliye edilenler dışındaki yerleşim birimleri 6 blok şeklinde düzenlenecek. Bu 6 blok aşağıdaki haritada mavi renkle gösterilmiştir.

NOT: Haritalar CNN'in websitesinden(www.cnn.com) alınmıştır. Yine yazıdaki bazı veriler için CNN'in sitesi kullanılmıştır.

Pazar, Ağustos 14, 2005

Merhaba

Vira bismillah...



FREE Hit Counters!